Önceki gece evde baba ile birlikteyken, baba "Yarın anneyle buluşalım mı?" deyince, "ama Güneş yalnız nasıl kalacak!" diye dertlenmiş Işık'ım. Sonra razı olmuş. Beni almaya geldiklerinde, önce heyecanlı bir şekilde önceki gün babayla nasıl eğlendiklerini anlatmaya koyuldu. Kale'ye gittik. İkimizin elinden tutup "anneyle babayla geziyoruz" diye şarkı söylüyordu. Kale sokakları boştu, kimi yerler trafiğe de kapalı olunca rahatça gezdik. Soğuk ama çok aydınlık, güneşli bir gündü ama biz Güneş'sizdik. Bu üçümüz olma durumu, alışkın olmadığımız için de, tedirginlik yarattı biraz. Işık bile sadece benle veya babayla olduğundan daha tuhaftı. Gezdiğimiz sokaklar, dükkanlar, yemek yediğimiz yer hep bize dördümüz birlikteyken yaptıklarımızı hatırlattı. Ama bunu sadece Işık dile getiriyordu: "Hani biz Moda'da da böyle bir lokantada oturmuştuk. Güneş mantısını yemişti, ben yememiştim", "hani biz bir gün alışverişteyken "Elmolu pijama" diye tutturmuştuk" gibi. Zaten sıkılgan ruhu (yanında vücut dilini adı gibi bildiği, gördüğü şeyleri çocukça paylaşıp eğleneceği Güneş de yokken) yemek yerken (yemekle de fazla arası olmayan şu dönemde) iyice onu bunalttı, "hadi eve gidelim" diye tutturdu. Fazla kalmadık, dışarı çıktık, ama eve gitmedik. Biraz daha dolaştık.
Allı pullu eşyalar, bebek, oyuncak gibi şeylere hiç bakmadı. Taşlar çok ilgisini çekti. Gerçekten tezgahlarda lokum gibi sergilenişleri çok hoştu. Kendi köpük gibi "pembe bir quartz", ben "mor ametist", baba da "mavi lapis" seçti. Sonra taş koleksiyonu yapsan mı? Ah evet, derken, bir de sepetçiler boyu yürüdük, taşları koymak için sepet aldık. Sonra da Ahiler Pasajı'ndaki Oktay amcası ve Özlem teyzesinin çini-seramik atölye-dükkanına gittik. (Anıt Sanat, reklam olmasın derler ya, reklam olsun diyim ben) Özlem'e anlattı, taşlarını gösterdi, Özlem de onu aynı pasajdaki bir taşçıya götürdü. Bir de "pembe-gri granit" seçti. Oldu dört taşı. Tekrar atölyeye döndük. Oturduk, Özlem seramik, fırça ve boya verdi. Işık yapmaya çekindi seramik üstüne. Işık figür söyledi, ben yapmaya çalıştım. Renkleri o seçti. Çiçek, serçe, kelebek. İmzamızı attık. Bakalım Özlem pişirecek bizim için. Feci çirkin ama o günü hatırlatacak bize. Daha sonra kağıt üstüne iki güzel resim yaptı: Birinde iki çocuk kafası var. Işık ve Güneş. Havada da güneş ve bulut. Bir de kendince imzası. Böylece üçümüze ayrılan süreyi bitirmiş olduk. Ben Işık'la eve döndüm, baba da hastaneye.
Eve geldikten sonra dördüncü taşı almış olduğumuza çok sevindim. Zira taşlar anne, baba ve ikizler oldu. Bütün gün onları konuşturdu. İnternetten birlikte baktık, şifalı taşlarmış bunlar. Nelere nasıl iyi geliyorlarmış nasıl! Tam bize göre imiş!
Güneş'im, ben veya baba başında yok iken, ilk defa Gülay teyzesi ve Eciş'i (bu takma isimlerle hiç yaşlanmayacağız Ece'cim) ile kaldı. Gülay teyzesi "hiç belli olmaz, kimse bilemez, dünya mucizelerle dolu, Allah'tan ümit kesilmez" diye bir güzel Güneş'imi dualarken, Ece de Sıla'nın Güneş'e okuması için gönderdiği kitabı okumuş. Öğleden sonra da Elif hala ve Nazife hala gelmişler kuzuyu görmeye. Ümitli dualar ve dilekler için buluşmuşlar kuzunun başında işte. Ümitli dilekler, dualar kendi ruh sağlığımız için daha faydalı sanki. Ama bizim için umutsuzluk ve hayal kırıklığını maskelemek o kadar kolay olmuyor. Günler ne getiriyorsa yaşıyoruz işte, bu arada biz de, düşüncemiz de, algılayışlarımız da değişiyor sanki. Adaptasyon yeteneğimize şaşırmaktan kendimi alamıyorum.
Çok destekleyici mailler de alıyoruz. Güneş ve bizim için içten dileklerinize, kafa yormalarınıza nasıl teşekkür etsem bilemiyorum. Ben Işık Güneş'siz bu günleri nasıl geçiriyor, nasıl olacağız, alışmak nasıl bir şey diye düşünürken kimileri: "Işık daha 3.5 yaşında, hiç hatırlamayacak bile bu yaşlarını" diye beni teselli ettikçe üzülsem mi sevinsem mi derken, sadece hüzünleniyordum. "Güneş'İ unutuyor" diyordum ve "bu da bize teselli mi? "Hayır onlarınki, başka bir bağ, bakın bugünkü Radikal'de yazıyor: ikizler daha 14 haftalıkken, daha elleri ve ayakları oluşmadan nasıl da birbirleriyle oynuyormuş" diye söyleyip, yine hüzünleniyordum. Çok hoş maillerden bir tanesinin bir kısmını, (yazanın izniyle) burada paylaşmak istiyorum herkesle, şiir gibi geldi bana:
...
herseye ragmen sansli oldugunuzu soyledigin zaman, size hak verdim. isik bugun bu muhasebeleri yapabilecek yasta degil, ama yakin zamana kadar her gununu gunesle birlikte gecirmis olmasi, cok buyuk bir sans gercekten. ve bu sans devamlilik gosterecek: beyninin en hizli degistigi gunleri, haftalari, aylari, gunesle gecirmis oldugu icin. o etkiler irreversible oldugu icin. bugunden sonra da, yeni ogrendigi hersey, o ilk ogrendiklerinin cinsinden tanimlanacagi icin. hafizanin dogasi bu. hafiza, nefis bir kelime. hifz, yani koruma kokunden turemis. hifz-i sihha der gibi, ya da muhafaza kelimesinde oldugu gibi. hafiza, zamanin geri donusumsuzlugune karsi, evrimin, canliligin muthis icadi: hafiza, yani gecmisi koruma altina almak, zamana dur demek, ve gelecekte olan her seyi, gecmiste iz birakanin cinsinden ogrenmek. gunes ve isik, bu anlamda hic ayrilmayacaklar. isigin beyni, gunesli gunlerde yapilanmis oldugu icin, gunesi coktan devamli kildi, coktan korumaya aldi.
Işık'ın yukarıda anlattığım resmi:
dualarımız sizinle ....uslu
YanıtlaSilresim cok guzel olmus - ozlem
YanıtlaSilışığımın resmini çok beğendim ne kadar güzel yapmış onunla gurur duydum taşların uğurları var inşallah güneşede uğur getirir dualarım seninle
YanıtlaSil