22 Eylül 2010 Çarşamba

Ankara Halleri

Geldiğimiz gece ara ara Güneş'in ateşini ölçmek için kalk yat derken öğlen 12'ye kadar uyumuşuz. Güneş'in ateşi o gün gündüz de biraz devam etti, 38'i aşmadan. O gün vakit kaybetmeden baba Hacettepe'ye gitti, hem bir geldik, burdayız, vakit kaybetmeden başlamak gerekiyor demek için, hem de ateşi sormak için. Doktorları görmüş, konuşmuş. Ateş devam ederse gelin ama yolculuktan kaynaklanan bir ateş olabilir demişler ki herhalde öyle idi, o gün akşam düştü Güneş'in ateşi. Ama yarın hem Güneş'i görmek, hem de pazartesi kemoterapinin başlaması için (5 günlük yatış) işlemleri yapabilmek için ilk muayenemize gidiyoruz.

Ankara'ya geldiğinden beri öyle mutlu ki Güneş. Onun için içim biraz buruk. Yarın neyse, bir şekilde kontrol dediğimizde ikna edebiliriz. Umarım tabi. Yine farklı hastane, farklı doktorlar, değişik bir ortam üstelik oyun odasız çok gergin de olabilir. Bir de hatırlayacaktır, ameliyat sürecini, hiç birşeyi unutmuyor. Havaalanından eve bizim araba ile dönerken şöyle dedi: "Anne bak, midem artık bulanmıyor. Daha önce bu arabada hep midem bulanırdı". Yani ameliyat sonrası demek istiyor, nasıl zul gelmiş olmalı ki arabaya binip gidip gelmeler. Canım benim. Ama ben asıl hastanede yatma işi nasıl olacak onu düşünüyorum. 3,5 aydır hiç hastanede yatmadık. Of neyse. Gerilmeyelim. Her şeyin iyi organize edildiğini, buradaki doktorların da Güneş'i iyi sahiplendiğini düşünüp rahatlamak lazım yine de.


Bana hiç Amerika'ya gitmemişiz gibi geliyor. Sanki kaldığımız yerden devam ediyoruz. Güneş ve Işık anneannenin evinde mutlu, huzurlu. Bıkarlar mı bilmiyorum. Belki de. Ailemiz ve dostlarımız da çok ince. Aramaya bile çekiniyorlar. Şimdiye kadar sadece teyzeleri ve kuzenleri uğradı. Onlar da sırayla birkaç saat görünüyorlar. Güneş'le Işık bu uğrama işinden çok mutlular. Heyecanlanıyorlar gelişlerine. Fazla yaklaşmayalım öpmeyelim diyorlar ama Defne'ciğim şöyle diyor: "Nasıl dayanacağım, hele Güneş çıplak kafası ile bir lolipop gibiyken" diyor. Ne diyeyim haklılar. Halalarını da havaalanında gördük sadece. Çocukların hepsi okula gidiyor. Bir de şimdi Ankara'da sulardan mı etlerden mi olduğu bilinmeyen ilginç bir ishal, kusma, ateş yapan enfeksiyon dolaşıyormuş. Yandık ki ne yandık. Gerçi değerleri düşükken çok dikkat etmek lazım, şimdi o kadar da büyük bir tehlike yok, paranoyaklığın lüzumu yok. Çok bir arada olmamak koşulu ile ağırdan görüşmek Güneş ve Işık'ı da mutlu edecek.


Şimdi çoğunuza çok yakınız ama yine de görüşemiyoruz, konuşamıyoruz yine de. Garip bir şey. Çocukların günlük telaşından bana pek vakit de kalmıyor aslında ama Mustafa vefası ile sizi boşlamaz, biliyorsunuz. Öyle de yapsın. O'na iyi gelecek sizleri görmek, konuşmak. 5 ay Houston'da nasıl dayandı zaten evde, kolay değil. Şimdi diyorum en azından o biraz çalışmalarına baksın. Aslında hepimiz "normal" günlük bir hayata nasıl döneriz ona bakmalıyız. Bu hepimiz için iyi olacak. Ama ben yine de çalışma işini ertelemeliyim gibi geliyor. Houston'da bir ara Murat'ın ve Meral'in teşviki ile biraz çalışmayı denedim ama yoğunlaşmak çok zordu orda. Burada nasıl olacak bilmiyorum.



Hani daha önce de bahsettiğim Anti-Cancer kitabının yazarı doktor, kendi hikayesini anlatırken şöyle diyordu: "Doktorken hastanede saygı uyandıran bir pozisyondan aynı hastanede hasta olunca sanki bir anda mesleksizleştim, insanlar ne anlattığım, ne yaptığımla hiç ilgilenmez oldu. Hiç geçmişim yokmuş gibi hissetmeye başladım. Artık insanlar son MR'ımdan, tedavilerimden başka bir şey sormuyorlardı. Hemşireler eskiden "Dr" diye saygıyla seslenirken, artık sadece "Honey" diyorlar" diye yazmıştı.



Bana da bazen artık ben sadece "anne" oldum gibi geliyor. Güneş nasıl, ne yedi, ne yemedi, Işık nasıl, ne hissetti, şu vakitte uyudu, vs. Günler geçip gidiyor. Sizle konuşurken de aslında bazen işte halimiz blogda yazdığım gibi diye kısa kestirmek geliyor içimden, ama yine kendim kendimi tutamayıp başka konulardan yine Güneş'e geliyor söz. Bazen de ben "asıl siz anlatın, ben sizi de merak ediyorum dediğimde "biz iyiyiz, basit dertlerle uğraşıyoruz, boşver" dediğinizde "olsun, ben iyi bir dinleyicimdir, kafam dağılır" diyorum. Garip ruh hallerine girip çıkıyoruz işte. Yaşıyoruz.


Eve yerleştik. İki odasına. Birinde hastalıktan beri yaptığımız gibi hep birlikte uyuyoruz. Ulus ulus! Diğer oda da oyun odası oldu. Bir de divan var, kaçmak isteyen kaçabilir. Aslında her metrekaresine yayılıyoruz(lar) oyuncakları ile. En güzel yer de balkon, yerde kırmızı halısı ile çocukların hava alarak oynayabileceği şeklinde tam. Yaşlı evleri hep halılarla kaplıdır ya, aslında ne büyük nimetmiş, yeni anlıyorum. Üşümüyorlar, kaymıyorlar. Şimdilik birlikteyiz. Annemler Bafra'ya, köye gitmeyi istiyorlar bir iki aylığına. Çok çalıştın izin verebiliriz diyorum! Ama bize salçamızı, reçellerimizi, tarhanamızı, turşularımızı, tereyağlarımızı yapmak koşulu ile... Annemlerin köyü, Bafra'nın bir köyü. Annem yıllardan sonra çocukluğunun geçtiği köye ev yaptı. Dayım orada halen zaten. Yetişen her şey çok lezzetli, malum Kızılırmak dökülüyor, Bafra Ovası. Dayımlar da sadece iki kişi kaldıkları için ilaç, gübre falan kullanmazlar hiç. Şu sıra da tam incir vakti. Şaka bir yana gitmeyi istemelerinin altında "bizi biraz yalnız bırakma" isteği de var sanırım.


Gerçekten tüm yakınlarımızın böyle bize katlanıp, bizi sarmalayıp sarması, incelikleri bizi çok mutlu ediyor. Bu Güneş'in hastalığı'ndan önce de böyleydi. Kızların doğumundan beri bunu çok yoğun hissediyorum. Güneş'le Işık hem dostlarımız tarafından hem de iki ailede çok sevildiler, şımartıldılar. Bazen acaba iki ailedeki diğer kuzenlere ayıp mı oluyor diye düşündüğüm oldu. Gerçekten bir ayırım mı yapılıyor gibi geldi hep. Gerçi kızlarım da vefalı. Ona diyecek bir şey yok. Belki bir anneanneleri var ama en az altı yedi babaanneleri ondan daha fazla dedeleri, halaları, teyzeleri, dayıları, amcaları var. Hepsini bilirler. Bilsinler istedik hep bizim için özel insanları. Küçüklüklerinden beri tatillerimizi bile ona göre planladık. Serdar Amca mesela iki tatili de hatırladıklarında çok iyi bildikleri bir amca. Geçen gün sorduk ikisine de "Sizin babaanneniz kim? diye, ikisi de "Güneş Babaanne" dediler. Yani artık öğreniyorlar gerçekleri dedik birbirimize baktık. Amcanız kim dedik arkasından, "Özgür Amca" dediler. Hoppala! Özgür'cüm tabii ki amcasın hem de en güzel hoplatanından o ayrı mesele, ama sanırım bir karışıklık oluyor, Işık'a fotoğraflarda da benzetiyorlar ya seni, bence oydu mesele bu sefer.


Kızlarım büyüyor, öğreniyor, tanıyorlar hayatı. Hayatın her cilvesini belki de. Bakalım Ankara günleri ne süprizlerle dolu, açiliyor kutunun kapağı yarın.

4 yorum:

  1. Özgür amcaları minik yeğenlerinin popişlerini, göbüşlerini bolca ve tatlıca ısırdıktan sonra hoppala hoppala hoplatmayı sabırsızlıkla bekliyor :)))

    Kaan tontişimden sonra herkesi hoplatmak çok kolay olacakmış gibi geliyor ama kuzularımda büyümüşlerdir görüşmeyeli. Neyse ben şimdiden ısınmaya başlıyorum.

    Tüm Ulus ailesine kocaman sevgiler.

    Çakma Işık amca ;)

    YanıtlaSil
  2. Gunes'in iyi haberlerini aldik cok mutlu olduk. Ne guzel ki Gunes basarili bir tedaviden sonra ulkesine sevdiklerine saglikla dondu. Inaniyoruz ki/insallah bundan sonra tedaviye Ankara'da devam etmek daha da iyi olacak herseyden once harika bir aile destegi olacak hem Gunes hem Isik icin. Guzel Gunes bugunler de gececek insallah bunu da atlatacaksin ve ablalarinin sacli lolipopu olacaksin tekrardan.
    Gunes'i ve Isik'i cok opuyoruz. Sevgiyle..

    YanıtlaSil
  3. Canım Ayşegülcüğüm ve Mustafacığım hoşgeldiniz, Ankara içinde ancak böyle haberleşebiliyoruz. Sizin telaşeniz başınızdan aşkın. Görmek konuşmak, istiyoruz tabi ki. Ve telefon da da ne kadar meşgul edeceğimizin farkındayız. Gerçekten yüreğimiz sizinle . Uğramak ta istiyoruz. Sevgiler Allah kolaylık versin cnm. Öptm hepinizi

    YanıtlaSil
  4. Özgürcüm gene 1-0 öndesin. İyisin iyi :) Kaan da belki bana 'hala' der konuşmaya başlayınca.Haftasonu görüşmek üzere canım arkadaşım.

    Ayşecik yarını nasıl iple çekiyorum bilsen şaşar kalırsın. Öptüm hepinizi.

    Erinç

    YanıtlaSil