28 Ekim 2010 Perşembe

Nasıl Başladı ve Nasıl Seyrediyor?

Hastalık nasıl başladı, açıklar mısınız diyen sevgili adsız yorumcuya hemen cevap vermek istemiştim. Zira meraktan öte bir şeyse, umarım değildir ama, semptomları çocuğunda gören birine bir yardımım dokunur diye. Hatta kısa bir özet yapmayı da ne zamandır istiyordum. ETANTR ile ilgili tüm makale ve bilgileri topluyorum, onların linkleri ile birlikte sayfayı yeniden düzenlesek diye de düşünüyordum. Bu haliyle pek de yardımcı olmuyor. Özellikle alelacele can havli ile ilk bilgi aranan yerler bloglar oluyor.

Ama dedim ki cumartesi Ankara'ya dönelim, öyle yazayım. Ama cumartesi İstanbul'dan Ankara'ya dönerken zaten cuma günü hissettiğim "Güneş'in sol elini tercih etmeme ve sadece yardımcı el olarak kullanma"'sının bir kuruntu değil gerçek olduğunu fark ettik. Maalesef. Pazar günü ise sol elindeki güçsüzlük iyice artarken, sol bacağında da güçsüzlük ve yürümede dengesizlik başladı. İşte ilk semptomların bir kopyasını yaşadık. Bu sefer daha da bir yıkıcı oldu. Çünkü bunun anlamını tahmin edebiliyorduk artık: Tümörde bir büyüme var.

Ameliyattan beri ilk defa nörolojik bir gerileme yaşıyorduk. Ah ki ne ah! Ne emeklerle geliştirdiğimiz ya da daha doğrusu Güneş'in ne azimle geliştirmeyi başardığı sol eli güçsüzleşti ve yürümesi ve dengesi işte bir anda bozuldu. Ne sinsi bir şeyMİŞ. Ağır tedavilere RAĞMEN.

İlkinde önce sol bacakta içe basma başlamıştı, bu iki hafta devam etmişti, önce belli belirsiz son gün dengesizliğe varan bir hızla. Hemen bir çocuk doktoruna gitmiştik. Ortopedik bir bozukluk olmadığını, kas kuvvetinin iyi olduğunu ama sinir iletimlerinde belki bir sorun olabileceğini ve bir çocuk nöroloji uzmanına götürmemizi söylemişti. O gece sol elde de güçsüzlük fark etmiştik. Yine bir hafta sonu İstanbul'dan Ankara'ya gelmiştik. Pazartesi günkü randevumuzu bekleyemeyip pazar gecesi çocuk acile gitmiştik, acil MR çekilmişti ve beyin sapında, pons üzerinde 3 cm çaplı, düzgün bir top gibi olan kitle görülmüştü. İşte böyle başlamıştı...Şok ederek.

Bu sefer pazartesi onkoloji bölümüne gittik. Zira o gün Hacettepe'deki kemoterapinin 2. kürü başlayacaktı. Ama ilaç almadan önce muayenesi yapıldı ve ilaç almamasının ve bir MR çekilmesini istedi uzman doktor. Hocaların hepsi Boston'da bir kongredeydiler. Dr.Vats'a yazdık, o da Boston'da imiş. "Beklenmeyen bir nörolojik durumda acil MR'a bakmak gerekir" dedi o da. Bir yorum yapmadan.

En acil olarak çarşamba sabahına MR randevusu aldık. Ama pazartesinden çarşambaya saatler nasıl geçti. Ah! Hem bekleyerek, hem sürekli izleyerek Güneş'i. Bu iki günde uyuyabilmemizi sağlayan yine Güneş'in ameliyatını yapan Nejat Hoca oldu. Onu aradık. "Ani bozulmalardan endişe etmeyiz", dedi. Radyasyon onkoloğu Dr.Uğur Bey ise "yoğun radyoterapi sonrası büyüme beklemeyiz, ama olmaz diyemiyorum, radyoterapiye bağlı ödemler de olabilir", dedi. Bu iki şeyi anlamlandırmak için biraz internette arama yapan baba gece şöyle bir bilgiye ulaşmış: (heyecanlanıp Murat'ı aramış, beni uyandırdı. Ah ne zor bu iniş çıkışlar!) Radyoterapiden 3-4 ay sonra geçici olarak sinir kılıflarında hasarlar olabiliyor, bu da ödem ve şişlik yapıp basıları artırıp, nörolojik semptomların bozulmasına sebep olabiliyor.

Çarşamba sabahına kadar bu umuda tutunduk. MR görüntüleri çarşamba öğlen çıktı. İlk Nejat Hoca gördü, ciddi bir değişiklik olmadığını söyledi görüntülerde. Önce sevindik. Sonra radyolog inceledi, ve büyüme olduğunu söyledi. Maalesef. Maalesef. Ama Nejat Hoca "bu çok sınırlı bir büyüme, ve acaba tümör mü büyüdü yoksa tedaviye sekonder bir reaksiyon mu, bunu bilemeyiz dedi. Ve şimdilik yoğun steroidle pazara kadar izleyelim, endişelenmeyelim", dedi. Her zamanki iyimser tavrı ile. Aslında sanırım bize hastalığa karşı nasıl soğukkanlı bir tavır takınmamızı da öğretiyor farkında olmadan. Pazar günü görecek Nejat Hoca Güneş'i.

MR CD'lerini Amerikan Hastanesi'ne Uğur Bey'e de yolladık. O da radyologları ile bakacak, tabii ki Vats'a da. Pazartesi Hacettepe'de nöroonkoloji konseyi var, orada değerlendirecekler. Vats da haftaya inceleyip Tumor Board'da tartışacaklarını söyledi. Hepsinden çıkacak bir karar ile seçeneklerimizi göreceğiz.

İnişlerin, çıkışların olacağını biliyoruz ama insanın gözünün önünde çocuğunun yetilerini kaybetmesi aniden, bu çok çok yıpratıcı. Ama ne olursa olsun mücadeleye devam.

Güneş'çiğimin iki gündür yoğun kortizonla tüm keyfi kaçtı. Kucaklarda, biraz huysuz ama iştahlı. İştahlı halini de öyle özlemişim ki. Yine bizi güldürüyor: "Anne ben yanlış anlamışım, antep fıstığını meğerse seviyormuşum, Işık sen yemezsen senin yerine de yerim" dedi, dün.


20 Ekim 2010 Çarşamba

İstanbul

Pazar günü ani bir kararla hep birlikte İstanbul'a geldik. Evimize kaçtık.

Zor geliyordu bana eve dönmek, bir yandan çok istememe rağmen. Sanki aradaki bu zorlu 7 ay hiç yaşanmamış gibi, aynı yerden devam ediyor gibi oldu ara ara bu üç günde. Mahalledeki komşularımız bilmiyorlardı. Onlara anlatırken biraz tekrar o şok günlere döndük. Hepsinin buğulu bakışları ile.

Güneş ve Işık çok mutlu oldular evde. Neredeyse evdeki çöplerini dahi çok özlemişler. Pazartesi Meral Teyze'leri gelince yine eski düzenle, biz üniversiteye gittik. Gidebildik ikimiz de. Bu mucize gibiydi. Yani buradaki düzeni biliyoruz, siz gider gelirsiniz, bunu biliyoruz der gibiydiler. Yine her zamanki gibi parka, sahile gidiyoruz. Güneş'in neşesi ve enerjisi de iyi. Salı günü parkta Dilek ve Güler abla ile buluştuk. Park arkadaşlarını gördüler. Güneş en çok kaydırağını özlemiş, göbek üstü ve sırt üstü kaydı durmadan. Sonra saklambaç oynadık hep birlikte. "Üçüncü gözler" Güneş'i çok iyi buluyorlar. Annesi seviniyor.

Bugün ise Amerikan Hastanesi'ne gittik. Biraz bozuldu tabi Güneş ama kısa sürdü. Daha önce gitmeden ve Houston'dan da fikir sorduğumuz Dr. Uğur Bey'i gördük. O da MR'ları ve sonuçları incelemiş. Radyasyondan sonraki ilk MR sadece bir görüş için önemlidir ama 3. ay MR'ı daha iyi fikir verir dedi. Hacettepe için daha önce de ona fikir sormuştuk, yine en doğru yerdesiniz dedi. Kendi de Hacettepe çıkışlı. Çok rahatlatıcı bir görüşme idi. Bundan sonra da sürekli görüşeceğiz.

Biz arkadaşlarımızla görüşüyoruz, hasret gideriyoruz, onlardan gördüğümüz incelikler çok çok iyi geliyor. Kızlar önce biraz nazlansalar da ilgiden memnunlar. Tekrar Ankara'ya dönüş biraz zor olacak gibi. Bugün biz okuldayken Tuba gelip onları gördü. Eve geldiğimde anlattılar nasıl oynadıklarını misafirleri ile, büyük bir heyecanla. Cumartesi'ye kadar buradayız. Belki her ay biraz böyle geliriz, ne iyi olur.

14 Ekim 2010 Perşembe

Yeniden Evdeyiz

Dün eve geldik. Yeni alt başlığa uyum, şimdilik yeniden evde.

Çarşamba hakikaten uzun oldu.

Kan değerlerine sabah 7'de bakıldı. Sonuçlar gayet iyi. Çok şükür. Sonuçlar 9'daki vizite yetiştirilebilseydi, sabah 10'da evde olacaktık. Ama maalesef yetiştirilemediği ve asistanlar inisiyatif kullanmadığı (ya da kullandırılmadığı) için akşamki viziti ve hocanın onayını beklemek zorunda kaldık. Hastaneden akşam 7'de çıktık. Neyse ki son ana kadar Güneş'e çıkacağımızı söylememiştik. Bunu öğrendik.

Beklemek bazen çok zor. Üstelik 5 gündür penceresi bile olmayan bir odada kalan ve 10 gün sonra tekrar kemoterapi alacak bir çocuksa söz konusu, ve evde onu sabırsızlıkla bekleyen başka bir çocuk varsa. İki dudak arası onay beklemek dünyanın en zor şeyi olabiliyor.

Neyse yine, yeniden evde ve birlikteyiz. Tadını çıkarıyoruz. Geç uyandık, uzun kahvaltı ve özlenen oyuncaklarla. Az önce Tülay teyzeleri ile birlikte elmalı pasta yaptılar. Güneş sonuna kadar eşlik etti, öğrendi artık, yapabilir. Işık'tan o kadar sabırlı olmasını beklemek zor. Onun takma adlarından biri "kıpırık". Kime çektiyse!

11 Ekim 2010 Pazartesi

Refakatçinin Şarkısı

Güneş yanımda uyuyor, ben de biraz müzik dinliyordum, Bülent Ortaçgil: Eski defterler. Şimdi "Memurun şarkısını" dinledim. Hani şöyle başlayan: pazartesi acımasız, pazartesi sıkkın...salı çarşamba uzun, salı çarşamba upuzun...

Bizim pazartesimiz çok şükür sıkkın değil. Güneş'in değerleri yükselmeye başladı, lökositler: 2000. Ateşi zaten hiç olmadı, o ilk geceden sonra. İdrarda bakteri üremedi, henüz kanda da. İğnelere devam. Yüzümüz gülüyor. Zaten bu sefer 4 gündür hiç moralini bozmadı Güneş. Neşesi, enerjisi çok iyi. "Eve gitmek istiyorum, Işık'ı özledim" bile demedi. Henüz. "Birkaç gün burada kalmam gerekiyormuş", diyor. Hatta oyun oynarken bugün, odanın kapısını zorluyordu, "Anne ben çıkıyorum" dedi, "gerçekten mi" dedim ben de, "Anneee, şakacıktan tabii ki, çıkmamam gerektiğini biliyorum" dedi. Şaşkın anne, her iki anlamında da "şaşkın".

Böyle giderse çarşamba, perşembe çıkarsınız dediler. Onun için Memurun Şarkı'sındaki gibi "salı çarşamba upuzun" olacak sanırım. İnsan ister istemez odaklanınca sona, geçmek bilmeyebilir.

Güneş'im çok iyi. Odanın içinde ayakta genelde. Çok da mutlu, oyunlarımızla eğleniyor, kendi de oynuyor sakince ara sıra. İştahı da açılıyor yavaş yavaş. Bu sefer Işık mutsuz. Bu hastane yatışı onu vurdu. Anneanneler olmayınca, iki gece teyzelerde kaldık. Kuzenlerinin ilgi odağı ama yine de biraz hüzünlü. Dün gece ben gittiğimde, yatmadan önce "biz niye evimize gitmiyoruz?, ben yatağımı ve ay dedeli lambamı özledim, parka bisikletlerimizle gidiyorduk, ne güzeldi, Meral Teyze bana "kediş" diyordu gibi konuştu da durdu, evine ve o normal ve güzel hayatımıza özlemle. Ben de onunla biraz fazla zaman geçirdim bugün. Onu alıveriş merkezine götürdüm, istediği "pembe pijamayı" bulduk, Güneş için de kedili bir pijama seçti. Aradığını bulana kadar mağaza mağaza gezdik. Bu hoşuma gitti. Sonra baş başa yemek yedik. Ama yine de ben onu ne kadar motive etsem de, burukluğu pek geçmedi. Belli ki kendini eksik hissediyor, Güneş'siz. Ah kızlarım. Neyse benden sonra da babayla Bahçeli'ye gitmişler, limonata içip pasta yemişler. "Keyfi iyi", sms'i aldım biraz önce.

Pazartesi sıkkın olmadığına göre, belki de salıyı sallarız, çarşambayı sular seller alır. 657'ye tabiysek de belki refakatçinin şarkısı başka olur. Hah, bu arada salıya girdik bile. Anne bu defa şaşkın ve mutlu olur. Yarım Ulus'lar tekrar bütün olur, bir araya gelir. Kim bilir.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Yine Ateş, 3'te 3

Yüreğimiz ağzımızda ateş olmasa diyorduk, ama maalesef bunu yazdığımdan 1 gün sonra Güneş ateşlendi. Murphy kuralları gereği, tabii ki akşam saatlerine denk geldi, hemen çocuk acile gittik.

Çabucak ilgilendiler, baş asistan ve diğerleri de Güneş'i hemen hatırladılar. Büyümüş ve genel halini de iyi buldular. Kan alındı, Güneş'in değerleri tabi düşük çıktı, Amerika'daki gibi sıfır değil ama zaten burun akıntısı da var ve enfeksiyon riski daha fazla olunca yatırmamaız gerekiyor dediler. Çocuk enfeksiyon bölümüne yattık perşembe akşamı. Hemen port iğnesi takıldı. Kan ve idrar kültürleri alındı. Henüz sonuçlar çıkmadı ama tabi tedbiren hemen antibiyotik başlandı.

Güneş'e hastanede yatacağız dediğimde yüzünün ifadesi sanki acı çekiyormuş gibi oldu, ve biraz ağladı. Bu gözümün önünden gitmiyor ama anlatınca, ve konuşunca kabullendi kuzucuk. Değil mi ki en güzel özelliğimiz şartlara uyum sağlamak misali.

Hep söylüyorduk bize sadece bir doktor değil, bir onkoloji ekibi değil, komple bir çocuk hastanesi lazım diye. Bu sefer çok iyi anladık, doğru yerdeyiz. Çocuk hastanesinin çocuk acili var, hepsi çocuk doktoru. Çabuk bir şekilde diğer birimlerle iletişim kuruluyor. Hatta MD Anderson'la kıyasladığımızda ortalık doktor kaynıyor diyebilirim. Güneş'in port iğnesi için biri kıdemli üç doktor gelmişlerdi. Bunu MD'de bir hemşire yapardı. Ama orası Hacettepe gibi üniversite hastanesi değildi. Burada doktor yetiştiriliyor, hiyerarşik bir düzen de bunun gereği gibi. Hastaneye girdiğimizden beri Güneş'in de neşesi iyi olduğu için biz daha ziyade izlemedeyiz. Güneş çok iyi takip ediliyor. Hijyen çok iyi, izole bir odadayız. Kapıda "nötropenik ateşli" diye uyarı var, girenler önlük ve maske takıyor. Hergün mutlaka onkolojiden bir bazen iki doktor (asistan değil) uğruyor. Bilemiyorum, ilginin bir kısmı Güneş'i biliyor olmalarından tabii ki kaynaklanıyor. Güneş'in yakını profesörler hocaları....Ama sistematik bir çalışma düzenin varlığı da gerçek. Bir de düşünüyorum gitmeden iyi bir ameliyat geçirdi Güneş, Amerika'da beğendiler, bu burada oldu. Pataloji raporu 2009 makalesini referans alıyordu ve aslında Hacettepe'de rastlanmamıştı henüz böyle bir vakaya, o da her yerde doğrulandı. Bu iki şey zaten güven veriyordu. Ama tanıdık yüzlerin varlığı, işlerin nasıl yürüdüğünü bilmek, bakımın titiz olması bizi rahatlatıyor bu zor zamanlarda.

Bir de İstanbul'u düşünüyoruz. Yani hala evimize dönsek umuduna kapılıyoruz bazen ama böyle bir durumda İstanbul'da devlet hastanelerinde acile gittiğinizi, ve nöbetçi olacak bir çocuk doktorunu bulacağınızı, sonra hastanelerde yer bulacağınızı hayal etmeniz gerekiyor. Özel hastanelere ise hiç güvenimiz yok ciddi hastalıklarda. MD Anderson'da Amerikan Hastanesi'nden biri ile tanışmıştık. Bizim hastane paket programlar için iyi diyordu. Yani ameliyatlar ve top paket: doğum.

Güneş'e neupogen iğnelere başlandı bugün. İlk gün belki düşüş değil de yükseliş eğilimindedir diye bakmak istediler. Ama maalesef düşüşte olduğu görülünce hem iğne hem de kan verildi bugün. Ama keyfi ve neşesi yerinde. Ben iki gecedir yanında idim bu gece babayla kuzucuk. Aktivitelrimizden yarın öbür gün sıkılacak ama ha bire yeniliyoruz. Bebek giydirme oyununda, iki bebeğin birinin adı Işık diğerininki Güneş oluyor. Uyuyorlar, uyanıyorlar, giyinip kızlar sinemaya, tiyatroya, alişverişe, parka... gidiyorlar. Hep Işık'ı oynatmak istiyor Güneş. Haa Gonca'cım bu Nazlı'nın oyuncağıydı ama Güneş çok sevdiği için bir süreliğine el koyduk, söylememiştim herhalde daha önce, kusura bakmayın. Bingo'da beni ve babayı yeniyor. Bunu söylemekten de çok hoşlanıyor. Bu gece biraz odayı resim ve çıkartmalarla süsledik, hamur oynadık. Paketli küp şeker koleksiyonu yapıyor, bunları koyduğu poşeti deli gibi saklıyor. Işık'a göstermeyi bekliyor. Doktorlara ve hemşirelere biraz daha iyi davranıyor Güneş. "Amerika'daki hastane mi iyiydi burası mı" diye soran doktorlara, "burası" dedi. Dil etkili sanırım.

Hastane sıkıcı tabi, bir de penceresi bile olmayan bir odadayız, koridora bile çıkmıyoruz ama diyorlar ki "hastanede sıkılmak iyidir". Evet, biraz sıkılılırız kuzunun değerleri de birkaç güne toplar ve çıkarız inşallah

6 Ekim 2010 Çarşamba

Güncel Güneş Haberleri

Güneş'le pazartesi hastaneye gittik. Kandaki ürik asit miktarı normal değerler arasına düşmüştü ve kan sayımı değerleri de fena değildi. Güneş'in neşesi ve enerjisi maşallah iyi. Sadece çabuk yoruluyor, elimizden tutup dayanak arıyor. Bazen yere eğilip emeklemeye başlıyor, yoruldun mu dediğimizde. Hayır, kedi olmak istedim diyor. Canım benim. Biz onun her hareketini, yapabildiklerini, yapamadıklarını izliyoruz tabi. Ama yorgunluk şu an ilaçlara bağlı gibi. İştahı da yavaş yavaş artıyor gibi. Kilosuna bakmadık ama zayıfladığını hissedebiliyoruz geldiğimizden beri.

Geçenlerde birisi soruyordu, "Güneş konuşuyor di mi? diye. Önce biraz garipsedim, sonra anlamaya çalıştım. Beyinde tümör sonuçta, herşey olabilir diye düşünmeleri normal olabilir. Evet Güneş konuşuyor, hem de çok düzgün kendini, duygularını ifade ediyor. Gülüyor, oynuyor, şarkı söylüyor, ha bire kitap okutturuyor, film izliyor. Çok ama çok akıllı sorular soruyor. Fiziksel durum dışında kardeşinden eksik hiçbir yanı yok, fazlası vardır. Yani saçı olmayan, biraz daha az hareket eden, yüzünün sağ tarafı gülünce veya ağlayınca hafif sevimli bir eğriliğe bürünen bir 3 yaş kızı. Sadece ilk başta biraz çekiniyor yeni birilerinden. Sığınma ihtiyacı duyuyor. Çok şükür tüm bunlara. Cuma günü hastaneye gitmeden "hadi anne acele et, gecikiyoruz, hemşire abla geç kalmayın dedi", diyordu. Ben de "Kızım karşımda 3 yaşında mı, 10 yaşında mı bir kız var" diye geçirdim içimden. Bu arada favori hemşiremiz "Ayşe Hemşire", o da Güneş'i almak için can atıyor, Güneş de ondan memnun, belli.


Bu hafta kritik hafta, yüreğimiz ağzımızda, ateş olmasın, enfeksiyon olmasın diye. Genelde evdeyiz, bilumum aktivite ile, kreşleri aratmıyoruz. Son favori: patates baskı. Parklara, açık havaya çıkıyoruz. İyi korunarak, Ankara soğuk. Geçen gün Eymir Gölü'ne gittik. Çok sevdiler, yine gidelim oraya diyorlar. Gideriz, dedik, zaten Ankara'da gidilecek başka neresi var ODTÜ, Eymir dışında diyoruz! Ankara'lılar alınmasın!

Güneş'i görmek, bizi ziyaret etmek isteyenler veya bizi davet eden tüm dostlar, biz de ne çok isteriz ama elimiz, kolumuz bağlı. Önümüzdeki bir hafta, Güneş'i iyi korumamız gerekiyor. Sonra seve seve, hem bekleriz, hem geliriz, ya da buluşuruz. İzole olmak ne onlar ne de bizim için iyi, bunu biliyoruz.

Aşağıdaki fotoğraflar: Ankara Havası. Daha ziyade Eymir, daha da doğrusu kızları ilgilendiren en önemli kısmı, park.

Ankara Havası'nı bloğun yeni alt ismi yapayım, dedi, Ali, hayır, dedim! Ama görürseniz şaşırmayın, yapar yapar. İsmimin "Ayşecik" olması gibi, razıyız, muhabbet ile.







1 Ekim 2010 Cuma

Hak Edilmiş Hafta Sonu

1. kür kemoterapi ilaçlarını bitirdi Güneş bugün.

Hak edilmiş hafta sonu sevinci yaşıyoruz.

Anneanneler gitti, o yüzden son iki gün Işık da bizimle geldi hastaneye. Işık'ı dönüşümlü teyzelere, halalara, arkadaşlara bırakırım diye düşünüyordum. Anlattım. Çok dertlendi, bırakılmaya. Her şeye rağmen onu da götürmeye karar verdik son iki gün. Bu arada şu an pediatrik onkoloji katının tadilatta olduğunu, zaten onun için bu küçük alana sıkışmış olduklarını öğrendim. 1 ay içinde yeni, daha ferah yerlerine taşınacaklarmış. Oyun salonu da varmış. Oh, ne iyi. Ben de bir gariplik olduğunu anlamıştım.

Güneş maşallah şimdilik iyi. Yine çok şükür iyi tolere ediyor.

Çarşamba Yenimahalle yürüyüşü yaptık hep birlikte, dondurma yedik. Karadutlu dondurma sorduğumuz yılların dondurmacısı Vardar, "biz sadece mevsim meyveleri" kullanıyoruz dedi. İşte bu dedik. Ama maalesef kuzuların biri sütlü biri çikolatalı seçti! Belediye başkanı değişimiyle, Efes Pilsen'in katkılarıyla yenilenen Taşkın Sokak çok hoşumuza gitti. Kendimizi bir tatil kasabasında hissettik, masalar dışarıda, trafiğe kapalı. Her yere yazılmış "sokakta hayat var" diye. Seviyoruz biz bu eski semtleri, ister Ankara ister İstanbul.

Perşembe teyzeye gittik. Müthiş uyumlu idiler. Cuma da teyze hastaneye gelince Güneş daha çok onun kucağında idi. İşte bu mucize gibi. Ben hastanede gazete okudum, çay içtim. Ama hastane çıkışı yine teyzeye gitmek istediler. Gittik, kırmadık, oradaki oyun parkında oynadık, çok beğendiler.

"Her şeye rağmen mutlu anlar yaratmak" konusunda sanırım burada daha başarılı olacağız, destekle. Umarım. Zaten "Amerika mı iyi burası mı" diyince "burası" diyorlar hemen. Ve kesin bir şekilde. İlginç.

Kan sayımı kemo alırken her gün yapılırdı MD'de. Sonra da haftada bir, her kür haftada bir muayene, doktorla görüşme ile. Burada gelecek kür 25 Ekim'de görüşürüz, nötropenik ateş olmazsa dediler. Ama kan değerlerinin nasıl olduğunu bilmek korumak için önemli diye düşünüyoruz. Yani çok düşükse en azından evde ve yalnız oluruz. Ayrıca sadece kemo ilaçları değil, diğer ilaçlar ne kadar karaciğerini, böbreklerini etkiliyor diye bakılsın istedik. Israr ettik. Bakıldı, lökositler 3.3'lere düşmüş. Hızlı düşmüş. Bir de ürik asit fazla çıktı. Bunlar kemoterapi alanlarda normal olan şeyler. Ama kontrollü gitmek gerekiyor diye düşünüyoruz. Çok ilaç var. Kemo bitti ama her gün aldığı 11 adet ilaç olacak hala. Ürik asit yüksek çıkınca bir ilaç daha eklendi, ve hemen pazartesiye bir kan tahlili. Güneş'e eziyet mi bilmiyorum. Yani haklı olabilirler, bilmek ne işe yarıyor. Düşeceğini zaten biliyoruz, bol sıvı ile de ürik asit düşüyor. Bunun cevabı zor.

MR'ı da sorduk bugün. Her kür sonunda olacak mı diye. Dr. Canan Hanım hak verdiğimiz bir şekilde şöyle açıkladı: her MR anestezisi ile Güneş'e bir eziyet. Eğer nörolojik bir gerileme yoksa yapacağımız MR sonunda bir tedavi değişikliğine gideceksek yaparız. Ama 1. kür sonunda tümörde progresyon varsa 2. kür ile yine devam edilecek. Çünkü daha başındayız, umutluyuz. Gerileme varsa rahatlayacağız ama aynı tedavi ile devam edeceğiz.

Onun için 2. kürün sonunda MR olacak.

Bugün iyiyiz, çok şükür, bunun değeri büyük. Yarın'a bakacağız, gelince. Bunu bize Güneş öğretiyor.