
Cuma günü 9 olmadan radyoterapi ve Dr.Macaleer ile görüşme bitince önümüzdeki üç dolu günü nasıl güzel değerlendireceğimizin peşine düştük.
Dayı gelince anne babanın pabucu da dama atıldı. Üstelik yanlarında bile istemiyorlar. Anne baba da bundan olabildiğince faydalanıyor. İlk defa türk kahvesi keyfi yapılıyor, balkon keyifleri yarıda kalmıyor. Hımm, başka neler yapabiliriz diyoruz. Zevkle diyor.
Cuma, evde bitmeyen oyunlar, Hermann Park.
Cumartesi, evden çıkmak istemiyorlar, bir oyundan ötekine... ama Spicker'ların akşam yemeği teklifiyle, güzel hafif serin akşamı, bahçesinde çocuk oyuncakları olan Meksika Lokantası'nda geçirdik. Çok eğlendiler kuzular ve biz de ve sivrisinekler de. Bu sivrisinek mevzusu garip burada. Doğal ortama (her taraf tavşan, sincap dolu ama kedi yok! Ah! Kuzguncuk! Kedilerini bile özledik!) fazla zarar vermemek için fazla ilaçlama yapılmıyormuş. Güneş kemoterapi görürken bizi delik deşik ederken ona hiç yaklaşmıyorlardı. Bu sefer yediler kuzumun güzel bıcıklarından. Eve dönerken cafede gördükleri iki tiyatro maskının birinin neden "sad" olduğuna takılıp kaldılar. Yatana kadar türlü değişik hikayeler anlattım yeşil olan mask hakkında. Bizim çocuklar mı bir antika bilmiyorum. Yüz ifadeleri şu ara çok önemli onlar için. Işık sürekli benim gözümün içine bakıyor. Neden böylesin, üzgün müsün, neye kızdın,..vs.
Ve pazar. Dayı ve baba maçı nerede izleriz diye plan yapa dursunlar. Saat 11.30, Tülay'ın telefonu. "Bak herkes buradayken ben seni biraz çıkarayım" dedi ve "sauna, havuz" gibi laflarının cazibesine dayanamayan ben ilk defa "ben gidiyorum" dedim. Kime niyet kime kısmet. Git tabi, açılırsın, çok iyi olur dediler, tabi. Kızlar ise, Işık önce "ne! ama anne!" falan dediyse de "güle güle anne biz gelmiyoruz" dediler. Ya Ayşe'cim işte böyle. Koalaların okaliptus ağacı biraz kıpırdadı. İyi de geldi gerçekten. Su, buhar, güzel sohbet... Eve geldim. Bu sefer dayı, baba ve Faruk Amca Agora Cafe'ye, tavla oynamaya. Bu sefer kızlar "hayır, baba gitmesin!" diye başladı. Güldüm hallerine.
Yarın yeni bir hafta başlıyor. Yatmadan önce, doktorculuk oynuyorlardı. Güneş kendine ne yapılıyorsa aynısını Işık'a da öğretiyor. Işık "radiation'a" gidiyor. Baba'ya da baba rolü verdiler (?):
Güneş: Hadi baba, sen Işık'ı uyandır. "Hadi tatlım, kontrole gidiyoruz, çok çabuk döneceğiz" de.
Baba:...
Güneş: Ama şakacıktan di mi baba (emin olmak istiyor, yine de)
Işık: "Ama istemiyorum"...vs.
...
Güneş: Hadi Işık düğmelere bas: "green", "blue" ve "yellow"..."All done" (Dr.'lara da bunları ingilizce söylüyor artık.)
İşte böyle, gerçekler oyunlara karıştı. Bir yandan Güneş'in normalleştirmesi iyi. Diğer yandan, Işık da her şeyin farkında. Ben de düşündüm düşündüm, böylesinin daha iyi olduğuna karar verdim. Zaten kendi kendine yürüyemediği için bir sorun olduğunu biliyor. "Bak nasıl da odadan buraya kadar kendin geldin, ne güzel kendin kalktın" gibi kardeşini motive ediyor. Bunun dışında asimetri yok aralarında. Eski uyumu yakaladılar. Çok şükür.
Birkaç fotoğrafta koyayım oldu olacak...
Cicişe bak ne stratejiler buluyor inanılmaz! Bunlar sizi ileride suya götürür susuz getirir söylemedi demeyin:)
YanıtlaSilumarım hep iyi haberler alırsınız ve minik kızınız sağlığına çabucak kavuşur.
YanıtlaSilkendinizi oldukça güçlü tutmalısınız zor olsa da. kalbim minik güneş ile beraber.